KIRMIZI PAZARTESİ vs
DOGVILLE
İşleneceğini
tüm kasabanın bildiği bir cinayeti anlatan Kırmızı Pazartesi, Gabriel Garcia
Marquez’in yazdıklarından çok yazmadıklarıyla düşündüren, eşsiz güzellikte
kitaplarından biri. Santiago Nasar adındaki kahramanın öldürüleceğini bütün
kasaba bilir fakat cinayete kimse engel olmaz. Marquez bu yolla toplum
eleştirisi yapar. Nasar’a haber vermeyen herkesin kendince içsel bir nedeni
vardır. Gerçekte kurban ne öldürülen, ne de katildir. Asıl kurban halktır.
Yazar onların vicdani yapılarında nasıl yozlaşma olduğunu gün yüzüne çıkarır.
Kendi ölüm tehditleri dahilinde ne yapacaklarını bilemeyen tüm bu insanlar,
konu bir başkasına geldiğinde duyarsızlaşmakta, hatta bunun bir namus cinayeti
olduğunu düşündükleri için maktüle ölümü müstahak görmektedir. Kitapta anlatılmayan
bölüm diye kastettiğim noktalarda öne çıkan en önemli soru, Santiago Nasar’ın
gerçekten suçlu olup olmadığıdır. Çünkü buna dair hiçbir kanıt yoktur. Bu
kitabı daha önce okuyan herkese çok benzer toplumsal eleştirilerin yer aldığı
bir film de tavsiye edeceğim : ‘Dogville’
Lars Von
Trier’in betimlediği Dogville halkı çok daha beter biçim de seyreden bir
ahlakli çöküntünün eşiğindedir. Gangsterlerden kaçan Nancy, Dogville
kasabasına sığınır. Aralarında bir yabancının olmasını fazlasıyla yadırgasalarda,
ilk başlarda Nancy’e çok iyi davranırlar. Fakat sonralarda hayatta kalmak için
onlara muhtaç olan bu kıza, kendi katı normlarını uygularlar. Onu kendilerine
tehdit olarak gören kasaba halkı tarafından giderek her türlü ahlaksız
davranışın hedefi olur. Zamanla hiç yapmadığı şeyler yüzünden suçlanır,
özgürlük alanı bir yatakla sınırlanır. Defalarca tecavüze, istismara uğrar.
Buna rağmen Dogville kasabası sakinleri kendi ahlaksızlarını sorgulayacağı
yerde onu ‘erkeklerini’ baştan çıkarmakla suçlar.
Birisi
edebi, diğeri sinema yapıtı olan bu iki eserde de başrol asla kadın/erkek değil
toplumdur. Toplumun kadını ve erkeği getirdiği ruh durumudur. Bana dokunmayan
bin yaşaşıncı bu zihniyet kendini aklamak ve olmayan vicdanını rahatlatmak
amaçlı bir yığın toplumsal araç kullanır; "din, siyaset, etik…’’ Doğru
olmadığından yüzde beşyüz emin olsalarda, çıkar birliği yaşadıkları herşey,
doğru, ahlaklı ve tüm dini/resmi yasalara uygundur. Dahası kendi düşüncelerini
üretmezler. Üst beyin olarak gördüklerini kişinin düşünceleriyle kendilerine
bir önyargı oluştururlar. Marquez şöyle diyor kitabın da ‘’bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım’’
Lider diye
tanımlayıp, üst insan olarak gördüğümüz kim varsa düşünceleri analiz edilmeden
benimsenmemelidir. Bir namus cinayetinde ölen Santiago Nasar’a hiç kimse
suçluluğunu sormamıştır ya da kocasının onu aldattığını düşünen kadınlarda
bunun neden olduğuna dair Nancy’e bir söz hakkı tanımamışlardır.
Son olarak,
içinde yaşadığımız topluma da bakacak olursak, ahlaki çöküntülerini
görmeksizin, farklılıklara tahammül edemeyen bir oluşum görmekteyiz. Tüm
edepsizliğin meşrulaştığı, "katilin’’ susan, dahası iğrençliği kabul etmeyen,
aksine meşru kılanlar olduğunu düşünüyorum.
Marquez ve
Trier’in yarattığı distopik dünyanın içine doğru kayık çekiyoruz. Atlasak
boğulacak, karaya çıksak kurşunlanacağız !
Gizem M.
Yorumlar
Yorum Gönder