Yeni yetme bir kız çocuğunun heyecanıyla uyanıyorum her sabah okumak, dinlemek,
her gün geçtiğim yollardan geçmek bile heyecanlandırıyor beni. Zaman zaman
benim burada ne işim var duyguysuyla kendimi harap etsem de, diyorum ki iyi ki
buradasın Gizem. İyi ki hayattasın. Hayat hepimize verilmiş bir şans mı
bazılarımıza verilmiş ceza mı bunu tartışmayacağım. Ancak her geçen gün
öğrendiğim bir his var ki; adın mutlu diye pür mutlu olamazsın, ama
yaşayabilirsin, zevk alabilirsin, hayatta kalabilirsin. Şüphesiz her halim en
parlak halim değil ve şüphesiz her an parlak bile değilim. Varsın olmasın. İnsanın
kendi iç dünyasını o gün iyi görünmüyor diye kanırtması doğru mu ? Amacım hep
çok okumak mı çok gezmek mi bilmiyorum. Bunları kazandığında ne olacaksın
diyenleri samimi bulamıyorum. Mutluluk varış noktası değil, yolda geçirdiğin
zamandır bana göre. Tükenen şeylerin kölesi olmadığım için sürekli kabuk
değiştiriyorum. Bayağılıklardan, sınırlamalardan yoruldum. Hayal gücünden
yoksun insanlara gökyüzünü göstermeye çalışmak, yılmamak ne zor.
Sylvia Plath şöyle yazar günlüğünde:
‘’ Eğer kıpırtısız
durup hiçbir şey yapmazsam, dünya hımbıl bir davul gibi ses çıkarmaya devam
eder, anlamı olmadan. Hareket halinde olmamız, çalışmamız, ilerlemek için
hayaller kurmamız lazım; hayaller olmadan hayatın yoksulluğu tahmin
edilemeyecek kadar korkunçtur: En kötüsü o tür bir deliliktir.’’
İletişim kurduğum az buçuk muhabbet ettiğim kimsenin gözünde işte tüm bu
sebeplerle normal değilim. Normal olmak gibi bir isteğimde yok. Tüm zamanların
en iyi sanat düşünürlerinden biri olan Adorno da şöyle diyor ‘’ Normallik
Ölümdür’’
İlk okuduğumda bu cümlenin geçmişim, geleceğim ve içinde bulunacağım anı
kısacık ama müthiş bir şekilde anlatacağını tahmin edemezdim. Ama şimdi tüm
bunlar olurken iğreti bakışlar ve anlamaz surat ifadeleriyle arama bu
kelimeleri koyuyorum. ‘Normallik Ölümdür ve sen iliklerine kadar yaşıyorsun
kızım. İşte bu sensin… ‘
Yorumlar
Yorum Gönder